23 Kasım 2010 Salı

ÇAĞIN RUHU VE SİNEMA

Hayatı ve insanı anlamak ve kavramak için yaşanılan zamana, çağa tanıklık etmek ve ruhunu okumak gerekliliği vardır. Bu gereklilik anlama çabasında olan her zihin içindir. Çünkü anlama çabası anlam üretmeye yöneliktir, zaman ve mekanın kıskacında bir çabadır bu. Tarihin, toplumun ve kültürün akışına yön veren zihinler, çağın ruhunu kavrayarak kendi kavramlarını üretebilmişler ve çağlarına tanıklık ederek çağdaş insan olabilmişlerdir.
Çağdaşımız insan aynı çağda ve coğrafyada yaşadığımız insan değil çağın ruhunu okuma çabasında olan insandır. Çağdaş insan anlama ve kavrama çabalarını her türlü iktidar algılarının uzağında tutarak mutlak bir anlama çabası ile dinamik bir şekilde devam ettire bilen insandır. Bu insanlar aynı kavramlarla ve aynı anlamlarla hareket etmek, aynı eşya ile meşgul olmak durumunda değildir, bu insanların en temel ortak paydası; anlama ve kavrama çabalarını statik bir yapıya hapsetmeyip, başkalarının hayatlarını yaşamak yerine kendi hayatlarını kurma çabasında olmalarıdır.
Ancak ve ancak çağın ruhunu okuma çabasındaki insanlar çağlarını da aşarak anlamlarını ötelere taşıya bilirler. Aksi durumda olanlar yani yaşadığı çağın ruhunu okuyamayanlar ve böyle bir dertleri olmayanlar, kendi karanlık dehlizlerinde, çektikleri mide ağrılarının ardından, toplumsalın içerisinde pozisyonlanırlar. Ve çağa yön veren ruhun kontrolünde varlık iddiasında bulunurlar. Çağın ruhunu okuyanlar ise bu çabanın doğal sonucu olarak çağa yön vermek gibi bir işleyişin de içerisinde bulurlar kendilerini.

Yaşadığımız çağın ruhunu etkin ve etkileyici şekilde taşıyıp üreten araçlar kitle iletişim araçlarıdır. Bu bağlamda en yaygın ve şekillendirici kitle iletişim aracı sinema, televizyon ve internettir. Ve her biri halen kendi dilinin yapısını oluşturmaktadır. Bu kitle iletişim araçları aynı zamanda çağın ruhunu taşıyan ve besleyen araçlardır ve yaş itibariyle de çok gençtirler. Çerçeve “frame” mantığı temellidirler, yani çerçeveleyerek çerçeve dışına çıkabilen ve çıkartabilen araçlardır bu üçlü. Bu üç kitle iletişim aracının anlatı yapısı, hareketli görüntü dilinin imkanları ile vardır. Sinema bu üçlü içerisinde tarihsel gelişim itibariyle ilk sırada yer almaktadır. Dolayısıyla da televizyon ve internetin dilini etkilemektedir. Ancak yapı itibariyle üçü de bir birinden farklıdır ve kendi anlatım imkanlarını ( dil ) kullanmakta ve geliştirmektedirler.
Çağın ruhunu taşıyan ve oluşturan bu “şey”ler isimleri ve yapıları ile tahakküm peşinde olan egemen iktidarların hizmetinde yapılanmakta ve şekil almaktadır. Çağın ruhu olarak “Yalanın yokluğu”ndan bahsediyorsak, taşıyıcı ve üretici enstrümanlarından da söz ediyoruz demektir.
Teknik yapısı itibariyle insanın bakışındaki “şaşılıktan” istifade ile hareketli duran sinema ve onun anlatım dili açığa çıkmalı. Ve insan şaşı baktığını fark edebilmeli önce. Evet normalde tek kare şeklindeki resimlerin ard arda gelmesinden ama bizim onu hareketli görmemizden beslenir sinema. Bizim hareketsiz bir şeyi hareketli görmemiz ise bir görme bozukluğudur. Tabi ki bu bozukluk bir illüzyon şeklinde seyirciden gizlenen teknik bir yaklaşımla sağlanır. Bizler bu illüzyon karşısındaki görme bozukluğumuzu fark ettiğimiz anda gördüklerimize de daha şüpheci bakmaya başlayacağız elbette.
Bu durumu algılamada en temel kalkış noktası sinemanın bir “şey” olduğu bilgisi olmalıdır. Eşyanın isimleri ile düşünebilen insan tekinin yeryüzündeki varlığı öteki insanla olan ilişkisiyle anlam kazanır ve insan kardeşi olan diğer insan ile kendi varlık yapısını tanır. Ancak; insanın insanla kurduğu ilişkinin yönünü belirleyen, ilişkiye anlam kazandıran ya da ilişkiyi anlamsızlaştıran, insanın şey ve şeyler ile olan ilişkisidir. İnsanın eşyaya (şeyler) bakışı, eşyayı kullanımı kardeşi olan insanla kurduğu ilişkinin yapısını da gözler önünde sermektedir. Bu “insan-eşya” ilişkisi, insanın yeryüzünde sağlıklı bir şekilde yaşaması ve sağlıklı iletişim geliştirmesinin mihenk noktası olmuş ve “insan-insan” ilişkisini iktidar ilişkisi olmaktan uzak tutmuştur. İnsan’ın eşyaya bakışındaki sağlıksız durum “ensest” tablonun ortaya çıkmasına yol açmış ve kardeşlik ilişkisini sonlandırarak iktidar ilişkisine çevirmiştir.
Buradaki eşya kavramı teknolojik üretimle daha da çoğalmış ve boyut kazanmıştır. İnsanın eşyayla kurduğu ilişki ve bu ilişkinin yapısı; kitle iletişim araçlarını tanımlamada, kullanmada ve onların yapısını oluşturmada insanın gösterdiği çabanın, yürüttüğü aklın, girdiği türdeş ilişkilerin de resmini göstermektedir.

Sinema Nedir?
Fotoğraf sanatının teknik imkanları üzerinden yükselen sinema bir sanat dalı ve kitle iletişim aracı olarak açığa çıkan hareketli görüntü dilinin adıdır.
Sinemanın icadı; Lumiere kardeşler tarafından ilan edilirken, XIX. Yüzyıl sona eriyor ve XX. yüzyıl başlıyordu. XX. yüzyıl, sanat tarihi sahnesine çıkan sinemanın yüzyılı olmuştur. Bir sanat dalı olarak sinema, hareketli görüntü ile oluşturduğu anlamı, sinema salonlarında izleyicisiyle buluşturduğu anda kitle iletişim aracı fonksiyonu ile de kendini göstermiş oluyor. Sinema ile anlatı yapısı kazanan hareketli görüntü, yapılan teknik çalışmalar ve gelişmeler sonucunda televizyon denilen bir kutu içerisinde ve evlerimizin baş köşesinde de kendisine yer bulmuştur. İlk düzenli televizyon yayınlarının, kısa adı BBC olan ( Bristish Broadcasting Corparation )’ın başlattığı kabul edilir. Bairel ve Marconi-Bell şirketince yapılan çalışmaları devralan BBC, 1936 yılında Londra’da Aleksandar Place’de halka açık ilk televizyon gösterimini başlattı.
Sinemayı ve onun ürettiği kültürel anlam dünyasını anlayıp algılamak için kitle iletişim teorilerinin yanı sıra sinemanın kendi teknik ve anlatım yapısı da çözümlenerek ele alınmalıdır.
Sanayi toplumunu kapitalist ekonomik işleyişin lokomotifliğini yaptığı “insan-insan” ve “insan-eşya” ilişkileri şekillendirmektedir. Günümüzde bu kültürel işleyişin en büyük taşıyıcıları ve aynı zamanda üreticileri kitle iletişim araçlarıdır. Frankfurt okulu kuramcıları “Kültür Endüstrisi” olarak kavramsallaştırdıkları kitle iletişim sürecine güçlü eleştirel bakış sunmaktalar. “Adorno ve Horkheimer’a göre Kültür Endüstrisi çağında düzen, bedenleri serbest bırakır ve ruhlara saldırır. Artık düzen “ benim gibi düşün yada yok ol” demek yerine “ benim gibi düşünmemekte serbestsin. Yaşamını ve tüm sana ait olanları da koruyabilirsin. Ancak O andan itibaren aramızda bir yabancısın” demektedir. Modern özne, modernliğin öznesi olduğu için modern değildir; modernliğin ürettiği özne olduğu için moderndir. Günümüzde, kültür ve eğlencenin birbirine karışması, yalnızca kültürün baştan çıkmasına neden olmaz, aynı zamanda eğlencenin de entelektüelleşmesine yol açar.”

Sinema Dilinin Anlatı Yapısı
İnsanlık tarih boyunca üç dil kullanmıştır. Bunlar; söz, yazı ve görüntü dür. Bu üç dil kendisini üreten ve kendisinin de üreticisi ve taşıyıcısı olduğu toplumsalın ve kültürün adı olmuştur ve olmaktadır. Sözlü Kültür, Yazılı Kültür ve yaşamakta olduğumuz Görüntü Kültür’ü. Bu üç kültürel durum farklı toplumlarda farklı zamanlarda farklılıklar göstererek yaşandığı gibi aynı toplumda aynı zamanda keskin farklılıklar gösterebilmektedir. Bu süreçlerin bu isimlerle tanımlanmasının temel nedeni bu dil yapılarının kültür üzerinde baskın ve belirleyici faktör oluşlarındandır. Aksi taktirde sözün var olduğu dönemde elbette yazı ve görüntü iletişimde kullanılıyordu, aynen bugün bizim sözü ve yazıyı kullandığımız gibi.
Görüntü dili oluşturduğu göstergeler sistemiyle ve bu göstergelerin kendi içinde bütüncül bir yapıda okunması bağlamında hayatımızın hemen her alanında karşımıza çıkmaktadır.
Görüntü dilinin gramer yapısı görsel tasarım denilen alanı da şekillendirmektedir. Bindiğimiz bir belediye otobüsünün hangi anlam dünyası tarafından tasarlandığından tutun da bir kitabın kapağı ve içeriği arasında kurulacak ilintiye kadar hepsi görüntü dilinin anlatım olanakları kapsamında değerlendirilir. Sinema görüntüyle anlatım olanağını sistemleştirerek hareketli görüntü dilinin oluşumunu kışkırtmıştır. Bu gün de bu dilin yapısının ve gramerinin şekillendirilmesi işlemi bu sanatın omuzlarındadır.
Görüntü dili kavramına getirilen en belirgin eleştiri şudur: görüntü bir dil ise o dille yazılan metni herkesin aynı şekilde okuması gerekir. Evet kendi içinde gayet tutarlı olan bu itiraz cümlesi tamamen yazılı kültürün yani yazı dilinin imkanlarıyla şekillenen zihnin ve akıl yürütme biçiminin itirazıdır. Aslına bakarsak sinemanın ilk dönemi olarak adlandıra bileceğimiz ikinci dünya savaşı öncesi dönemde üretilen eserlerin hemen hepsi tipografik insanın ürünleridir. Bu dönemleri keskin bir şekilde ayrıştıramayacağımızı yukarıda izah etmiştik. Ve doğal bir seyir olarak görüntü dilini oluşturan insan tipografinin oluşturduğu insandı. Halbuki bugün görüntü dili “cinema-tograf” kendi insan tipini, kendi akıl yürütme biçimi oluşturup şekillendirmektedir. Ve bu dilin en belirgin karakteri sistematiği altüst etmesidir. Nasıl yazı temel karakteristik itibariyle bir sistemi zorluyor ve oluşturuyorsa görüntü de tam tersi var olan sistemi dahi sistemsiz kılıyor. İşte bu sistemsiz kılma halinin de bir sistem olduğu düşüncesi görüntüyü bir dil, bir semboller sistemi haline getiriyor. Görüntünün bugün işaret ettiği anlam dünyası da temelde semboller sistemidir ve soyut gerçekliktir, ancak; her şeye rağmen son tahlilde anlam gösterilendir. Bu ne sözde ne de yazıda olan bir imkandır. Siz kapı dediğiniz zaman “şey” olanın adını söylemiş olursunuz ve bir anlam dünyasına göndermede bulunmuş olursunuz aynı şekilde “kapı” yazdığınız zaman da bir anlam haritasına göndermede bulunursunuz. Ama kapıyı gösterdiğiniz zaman ki, aslında burada da kapının kendisi ortada yoktur sureti vardır, anlam haritasıyla oluşan soyut ve sembolik bir gerçeklikten ziyade sanal bir gerçek anlam oluşturulur. Kendi suretine gönderen bu dil kendi sistemi içerisinde tarihsel ve kültürel anlamları da kendi sembol ve simgeleriyle kucaklayarak kendi kurgusal yapısını oluşturur. Kamera ve montaj hareketli görüntü dili için temel araç ve gereçlerdir., bu araç ve gereçlerin bir dil olarak görüntüyü inşa etmelerini sağlayacak olan görsele yüklenen anlamın kurgusal karşılığıdır. Anlamınız kurgunuzdadır ve kurgunuz resimlerle gerçekleşir. Görüntü dilini kullanmadaki kabiliyet kurguya yüklemek istediğiniz anlamı görüntüye aktarırken göndermede bulunduğunuz anlam haritası ve yaratabildiğiniz gerçeklik duygusudur. Görüntüyle oluşturulan gerçeklik algısı her zaman sanal bir durum arz edecektir ki bu, ölüm gibi yaşamsal gerçeğin dayattığı en gerçek olguda dahi böyle olacaktır. Jean Baudrillard hareketli görüntü dilinin ürettiği gerçekliği şu şekilde değerlendiriyor. “Gerçek ya da hakikate özgü perspektifle bir ilişkimiz kalmadığını gösteren bu farklı bir uzama geçiş olayıyla birlikte, tüm gönderen sistemlerinin tasfiye edildiği bir simülasyon çağına girilmiştir –daha da kötüsü gösterge sistemleri bu gönderen sistemlerinin yapay solunumla yaşatarak, tüm eşdeğerlik sistemlerinin işine yarayabilecek anlamdan daha da esnek (ductile) malzemelere dönüştürmektedirler. Bu da bir taklit, suret ya da parodiden değil aslı yerine göstergeleri konulmuş bir gerçek, bir başka değişle her türlü gerçek süreç yerine işlemsel ikizini koyan bir caydırma olayından söz ediyoruz. Gerçeğin tüm göstergelerine sahip, gerçeğin tüm aşamalarına kısa devre yaptıran kusursuz, programlanabilen, göstergeleri kanserli hücreler gibi çoğaltarak dört bir yana savuran bir makineden. Gerçek bir daha asla geri dönmeyecektir –bir ölüm sistemi ya da daha doğrusu ölüm olayına bile bir şans tanımayan bir “saptanmış tarihten önce dirilme” sistemine özgü model böyle bir hayati işleve sahiptir. Bundan böyle her türlü düşsel ve gerçek ayrımından yoksun, yalnızca yinelenebilen bir yörüngeye sahip modeller ve farklılık simülasyonu üretiminden ibaret bir hipergerçekten söz edebiliriz” .
Hareketli görüntü dilinin yarattığı anlamın yapısına ve üretmekte olduğu insan tipine yönelik genel bir çerçeve çizmiş olduk. Jean Baudrillard ve benzeri düşünürler çağın ruhunu anlamak ve kavramak adına giriştikleri çabayla varolanı tanımlama noktasında zihin açan açılımlar sergilemekteler. Ortaya çıkan tabloda “halis” gerçekliğin yok olduğunu görüyoruz ki bu insanlık nesli açısından bir sonu ve felaketi işaret etmektedir. Ancak hayatın her anında ve alanında tanığı olduğumuz ve olacağımız bir durum vardır ki o da hakikatin örtülmesi ve gizlenmesi olayıdır. Sadece elektronik çağa ya da sinema dilinin ürettiği anlama tekabül etmeyen hakikatin örtülmesi olayı tüm zamanların temel insanlık sorunudur. İnsan-insan, insan-eşya ilişkileriyle örtülen sahici duyguların açığa çıkarılmasına hiçbir engel yoktur. Nasıl örtüldüyse öyle de açılacaktır. İnsan bizim kardeşimizdir ve kardeşlik ilişkisi kuracağız. Kardeşine tahakküm kurmak istemeyen bir insan diğer canlılarla da doğasına uygun ilişki geliştirecektir.
Hareketli görüntünün ürettiği illüzyonist ortama bakarak sinema, televizyon ve internet karşıtı olmak bana akıl karı gelmiyor. Evet gelmiyor çünkü insanın kendi elleriyle berbat ettiği bir şeyden yine kendisinin korkması demektir bu. Yeter ki elimizdeki eşyanın bilgisine sahip olalım ve kendi yapımızı insani olana endeksleyelim. Sonunda göreceğiz ki tıpkı Musa’nın Asası gibi bütün sanallıklar ve tüm illüzyonlar yutulacak ve hakikat açığa çıkacaktır. Yeter ki biz tüm çıkar beklentilerini boşa çıkararak demir çarık demir asa çıka bilelim yola.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder