Tarih boyunca insan oğlu kendi hayatını televizyon kadar şekillendirecek başka bir eşya icat emiş midir bilmiyorum. Arkeologlar, antropologlar, sosyologlar ve bil cümle bilim tayfasının cevap vereceği bir soru bu. Benim bildiğim ve gördüğüm şu ki; televizyon denilen bu kutu insan türünün sonunu getirecek bir “şey”.
Biliyorum ki yazının başlığı sizi bu yazıyı okumaya sevk etti. Kışkırtıcı bir başlık attığımı düşünüyorsunuz, fonetik olarak hoşunuza gitti ama içeriğine inanmadınız. Ya yılların televizyon seyircisi olarak kendinizi şöyle bir kontrol ettiniz ve yok öyle bir durum kardeşim benim cinsiyetim yerinde cevabını yapıştırdınız. Ya da televizyon denilen bu araçla girmiş olduğunuz bunca yıllık ilişki ve yaşam tecrübeniz size televizyon programlarındaki “cinsel istismar” konularını hatırlattı ve evet bazıları için olabilir ancak ben de öyle bir sorun yok ve olamaz da dediniz. Ben de öyle olmasını dilerdim ama ne yazık ki durum hiç de sizin bildiğiniz ve umduğunuz gibi değil. Bu başlığın gerçekten kışkırtıcı bir başlık olmasını inanın ben de çok isterim. Çünkü halen kışkırabilmek yitirilmemiş bir cinselliğin en büyük göstergesidir. Ayrıca“pratisyen hekim” olsaydım, cinsel istismar konularını içeren televizyon yayınlarından yola çıkarak bir kalemde teşhisi koyardım. O zaman “tedavisi” de gayet kolay olurdu.
Uzman bir doktorun kanserli hastasına ömrünün son demlerini yaşadığını söyleye bilmesi kadar zor bir durum benimkisi. Oysa doktorlar genelde hastanın yanındaki refakatçiye olan biteni zor da olsa söylerler. Kimsi çok soğuk kanlı bir dille küt diye söyler ve sonra gerekli açıklamaları özlü bir şekilde yapıp işine bakar. Kimisi ise uzun uzun anlatarak hasta yakınının durumu kendiliğinden anlaması için çaba sarf eder. Ben birinci şıktaki doktoru örnek aldım ve teşhisimi küt diye söyledim. Şayet bu teşhis size ağır gelmiş ise bence yazının devamını okumayın. Yanlış bir teşhis deyip geçin. Ya da bir refakatçi bulun kendinize. Yoksa yaşamınızın geri kalanında ciddi sıkıntılar çekebilirsiniz.
Kitle iletişim kuramcılarının ve televizyonun yapısına ilişkin yapı çözümleme ortaya koyanların genel olarak televizyon için yaptıkları bir tanım cümlesi vardır. “ Televizyon uzağı yakınlaştırırken yakını da uzaklaştırır.” Televizyon dünyanın öteki ucundaki insanlardan haberdar ederken aynı televizyonu seyreden aile fertlerinin bir birinden bihaber olmasını ve birbirlerine yabacılaşmasını sağlar. Televizyon aracılığı ile uzakla girilen sanal duyarlılık ilişkisi yanı başında olana duyarsızlık şeklinde yansır. Yani televizyon sanal bir şekilde mesafeleri ortadan kaldırırken çok büyük mesafeleri de reel olarak açığa çıkartır. Bir haber programında izlediğimiz yardıma muhtaç insanlar yüreğimizi sızlatır, onlar için göz yaşı bile dökeriz, durumlarından rahatsız oluruz. Ama bu durum bize bir sorumluluk yüklemez çünkü aramızda mesafeler ( televizyon ) vardır. Televizyon bizi hakiki duygu yaşamaktan ve hakiki tepki geliştirmeden korur. Bu haliyle televizyon şeffaf bir koruma aracıdır. Bizi hakiki olanın sorumluluklarından korurken onu yaşamamızı da sağlar. Aksi halde iki sokak ötemizde daha kötü durumda olan bir komşumuzdan haberimiz olurdu. İki sokak ötesi bir anlamı, bir değeri, bir mesafesi olan bir yerdir. Bize sorumluluk yükler ve şeffaf korunma burası için geçerli olamaz. Orada birincil ilişki vardır. Birincil ilişkinin getirdiği anlam vardır, değer vardır, mesafe vardır.
Mesafenin ortadan kalkışını ve şeffaf korunma yöntemini televizyonun anlatı yapısına giderek anlaya biliriz. Televizyonun anlatı yapısı hareketli görüntü dilinin grameri ile şekillenir. Hareketli görüntü dilinde, gösterenle gösterilen arasında her hangi bir mesafe yoktur. Yazı ve konuşma dilinde ses ve yazı sizi bir metne taşırken, görüntü dilinde gösterenle gösterilen aynı şeydir. Bir metin var mış gibi durur ama ortada metin felan yoktur. Ortada olan gösterenle gösterilen arasındaki şeffaflıktır. Bu şeffaflık bize hareket ettiğini de unutturan hareketli görüntülerdir. Kendisinden başka göndereni olmayan bu akan görüntüler mesafe denilen kavramı her anlamıyla ortadan kaldırır. Ama varmış gibi yapmaya da devam eder.
Cinsiyet kavramı da cinsler arasındaki mesafeyi ifade eder. Cinsiyet dediğimiz şey dişilik ve erillikten oluşur. Ve en temel de cinsiyet değer yargısını ifade eder. Dolayısıyla cinsiyetin kaybı da bir değer yargısını ifade eder. Değersizlik bir değer yargısıdır. Ahlaksızlıkta bir değer yargısıdır. Değerin olmadığı bir yerde ahlakın da ahlaksızlığın da bir anlamı yoktur. Çünkü ortada anlam yoktur. Yalancılık, hayasızlık, edepsizlik kulağa kötü gelen tüm bu kavramlar bir değeri ifade eder. Bu gün bir gazetenin yalan haber yazdığını söylemek ve düşünmek cinsel bir tavırdır. Bir değer yargısına bir mesafeye tekabül eder. Bunu söyleye bilecek bir anlama tekabül eder. Anlamak İngilizce’deki karşılığı ile ( under/stand ) bir duruşu gerekli kılar. Mesafelerin ortadan kalktığı yerde ne değerden, ne anlamdan ne de cinsiyetten bahsede biliriz. İnsan değeriz ve mesafesiz yaşayamaz ve şeffaf korunaklara ihtiyaç duyar. Şeffaf korunaklar sayesinde kendini koruduğunu sanır.
Biliyorum fazla teorik bir çerçeve çizdim. Çünkü hiç bir doktor hastasına bir hafta sonra öleceğini küt diye söylemez. Hastanın refakatçisine, uzun uzun tıp literatürüyle anlatmaya başlar, şayet refakatçi uyanık bi tipse durumu çakar ve ne yapmamız gerekir doktor bey diye sorar. Yok refakatçi kendini literatürü anlamaya kaptırmışsa, nasıl yani diye anlamaya çalışan sorular sorar. Doktor da daha önce aynı odada yatan benzer bir hastamız vardı diyerek bir an evvel bu gerginlikten kurtulmanın yoluna bakar. Ve başlar anlatmaya.
Geçtiğimiz günlerde ülkemizde Deniz Feneri Derneği ile ilgili bir yolsuzluk dosyası gündeme geldi. İroni değil gerçek Deniz Feneri aynı zamanda bir televizyon programının da adıdır. Bu program aracılığı ile para toplanır ve dernek organizasyonu ile de yardıma muhtaç insanlara ulaştırılır. Yolsuzluk var ya da yok orası şimdilik bizim konumuz değil bizim konumuz cinsiyetin nasıl ölüyor olduğu ile ilgili. Mesafenin dolayısı ile anlamın ve değerin ortadan kalkmasıyla ilgili. Bu durumu adı geçen derneğin ve televizyon programının yardım talep ederken kullandığı değerler düzleminde ele alalım ki iç tutarsızlık tablosu da ortaya çıksın. Bu program “komşusu açken tok yatmanın” kötü olduğunu ifade eden dini değerler üzerinden topluma ulaşmaktadır. Ancak yardım edenler komşularına yardım etmek için neden böyle bir programa ya da derneğe ihtiyaç duysun ki, zaten o komşusuna en yakın olandır! Neden cep telefonundan mesaj atarak yardım etsin ki bu hangi anlama ve değere tekabül eder. Yoksa komşularını halletti de daha uzağa ulaşma çabasından mı?
Yardıma muhtaç komşusu olup da yardımı tv programı üzerinden uzağa ulaştırma gayretinde olan için söyleyecek bir sözüm yok, O’nun cinsiyeti zaten ölmek üzere. Cerrahi müdahale de çözüm olmaz. Yardıma muhtaç komşu bulamayıp yardımını uzağa ulaştırmaya çalışanlara gelince ( ki böyle bir şey Türkiye’de %3’lük zengin tayfa içindekiler için geçerli olabilir) onlar için ilaç tedavisi gerekli.
Burada yardım derneklerinin gerekli olup olmamasını, yardım ulaştırma biçimlerini değil mesafelerin ortadan kalkması ile doğacak acı sonuçtan bahsediyoruz. Ayrıca, bu olup bitenlere hiç bulaşmamış olmak ve uzaktan seyretmek de bizi kurtarmıyor. Televizyon karşısındaki röntgenci durumumuz başlı başına pornografik bir şiddeti körüklerken karşı röntgenin olamayacağı bilgisinin doğallaşması soncu hakiki olanla aramızdaki korunağın şeffaflığı ve dayanıklılığı gittikçe artıyor.
Şeffaf korunaklarla yaşadığımız hiçbir duygu, düşünce ve ilişki sahici değildir. Şeffaf korunaklı işler ve ilişkiler transeksüel zihin dünyasından peydah olur.
Her ne kadar “minareyi çalan kılıfını hazırlasa” da kılıfın şeffaf olmaması ve “mızrağın da çuvala sığmaması” bilgisi bize bir umut kapısı oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder